Tutukluluk Tedbiri Üzerine
"Ne birey topluma feda edilebilir
ne de toplum bireye..."
Av. Sibel ÖZTÜRK
Bir koruma tedbiri olarak tutuklama, hakkında suç işlediği iddiasıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması yürütülen bir kişinin, kaçabileceği ya da maddi gerçeğe ulaşılmasını engelleyici faaliyetlerde bulunabileceği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Tutuklama tedbirinin uygulanmasından maksat, etkin bir ceza soruşturma veya kovuşturması yürütülmesi ve bu yol ile ceza yargılamasının temel gayesi olan maddi gerçeğe ulaşılmasının temin edilmesidir. Tutuklama bu yönüyle başlı başına bir amaç değil, adaletin gerçekleşmesine hizmet eden bir araçtır. Tutuklama, cezanın peşinen çektirilmesi ya da toplumsal hıncı yatıştırma vasıtası değildir.
Adaletin işleyişinde hukuk kurallarına uygun davranılması zorunluluğu anayasal "hukuk devleti" ilkesinin bir gereğidir. Koruma tedbirleri içerisinde "tutuklama" kişi hak ve özgürlüklerine müdahale açısından en ağır olanıdır ve çerçevesi Anayasa (m. 19), AİHS (m. 5), CMK (m. 100 ve devamı) hükümleriyle çizilmiştir. Bu tedbir, özünde suç işlendiği iddiasıyla başlayan süreçte, yargılamanın hukuk kurallarına uygun yapılmasını sağlamayı amaçlamakta; bu amaçların da başında şüpheli veya sanığın delilleri karartması ve/veya kaçma tehlikesini önlemek gelmektedir.
Esas olan, kişinin yargılama aşamasında serbest olmasıdır. Yargılanan bir kimsenin tutuklanması, bir hukuk devletinde, genel kural olamaz. Tutuklamanın bir koruma tedbiri olarak öncelik sıralamasında en son çare olacak şekilde uygulanması, Anayasa m. 38 ve AİHS m. 6/2'de düzenlenen adil yargılanma hakkının ve bu hakkın temellerinden birini teşkil eden masumiyet karinesinin tabii sonucudur.
Tutuklama, ancak "gerekli hallerde" ve "ölçülü" olarak uygulanabilecek bir tedbir olup, tutuklamaya ilişkin ulusal mevzuat ile bağlayıcı uluslararası düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa m. 19/4 hükmünde de ifadesini bulduğu üzere, hâkimin tutuklamaya ilişkin karar verebilmesi için iki temel koşul bulunmaktadır. Bunlar şüphe ve risk koşullarıdır.
- Şüphe koşulu, kişinin suçluluğu hakkında 'kuvvetli belirti' bulunmasını ifade eder.
- Risk koşulu ise kişinin kaçması, delilleri yok etmesi veya değiştirmesi riski mevcut ise bunu önleme amacına matuftur.
Şüphe ve riskin ortaya konulması için ise somut delillere ihtiyaç vardır. Tutuklama için gerekli olan şüphe ve risk koşulları, somut delillerle desteklenmeden tutuklama kararı verilmesinin hukuk içerisinde karşılığı bulunmamaktadır.
CMK m. 100/1 hükmü gereğince kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
Dolayısıyla hâkim veya mahkeme tarafından tutuklama kararı verilebilmesi için kişinin somutlaşmış suçu işlediğine dair kuvvetli şüpheyi destekleyecek olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması zorunludur.
Tutuklama nedenleri, CMK m. 100/2'de şüpheli/sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli/sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe bulunması olarak sayılmıştır.
CMK m. 100/3'te yer alan katalogdaki suçlardan birisinin işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, şüpheli/sanığın tutuklanması için gerekli nedenin hâkim/mahkeme tarafından varsayılabileceği kabul edilmişse de bu hüküm "yargı bağımsızlığı" ilkesi gereğince, hâkim veya mahkemeye tutuklama kararı vermeyi emrettiği şeklinde anlaşılamaz, yorumlanamaz.
CMK m. 100/3'te yer alan bu kataloğun otomatik olarak tutuklama kararı verileceği şeklinde anlaşılması ve özellikle isnat edilen suçun cezasının tutuklama kararına dayanak olarak gösterilmesi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin müstakar içtihatlarına aykırılık teşkil etmektedir. Mahkeme, 30.03.2006 tarihli Pekov-Bulgaristan kararında, "...mercilerin 'ciddi kasıtlı suçlar' söz konusu olduğunda, duruşma öncesi dönemde tutuklama kararlarının her zaman zorunlu olduğu yönünde bir karine yaratacak şekilde hukuki uygulama geliştirilmesinin..." Sözleşmeyi ihlal edeceği sonucuna varmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ifade edilmiş ve Sözleşmeye taraf olan bir devletin hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını korumak ve geliştirmekle ödevli olduğu düzenlenmiştir. Sözleşmeye taraf olan her devlet, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını herkese sağlamakla, eğer bu hakkın kısıtlanması için geçerli bir sebep var ise yine bu kısıtlamayı hukuka uygun olarak ve minimum düzeyde uygulamakla görevlidir.
Ülkemizde son yıllarda tutuklu sayısı, hükümlü sayısını geçmiştir. Hakkında tutukluluk tedbirine hükmolunanların yaklaşık %25'i ise beraat etmektedir. Tutuklama kararları bu kadar kolay verilmemeli, insan unsuru yok sayılmamalıdır. Zira tutuklama insan yaşamından artık geri verilemez bir bölümü alıp götürmektedir.
Anayasamızın "Başlangıç" bölümünde ve 3. maddesinde yer alan "insan haklarına saygılı devlet" ilkesi tam ve gereği gibi benimsenmedikçe ve şekli uygulamalarla yetinildikçe insan hak ve hürriyetlerinin korunma imkânı bulunmamaktadır. İçi boşaltılmış bir insan hakları anlayışı ile temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasının, kısıtlamanın gerçekten gerekli olup olmadığı araştırılmaksızın yapılan keyfi ve samimiyetsiz uygulamaların hukuk devletinde yeri yoktur.
Son söz olarak tutukluluk tedbirinin varlık nedeninin adaletin gerçekleştirilmesine hizmet etmek olduğu asla unutulmamalı ve bu tedbirin uygulanmasında,
NE BİREY TOPLUMA FEDA EDİLMELİ NE DE TOPLUM BİREYE FEDA EDİLMELİDİR.
HUKUK BU DENGEYİ TEMİN ETMELİDİR.
Bizimle iletişime geçmek için;
+90 312 909 46 76
Benzer Makaleler:
- Alıcıların Yeniden Satış Fiyatının Belirlenmesi Hususunda, Rekabet Kurulu’nun İçim Süt Markasıyla Bilinen “Seher Gıda” Kararı
- Yurt Fiyatlarının Rakipler Arasında Yapılan Anlaşma Sonucunda Belirlenmesi: KARTEL
- “Lütfen Bölgeniz Dışına Çıkmayınız” İfadesinin Varlığına Rağmen, Fiiliyatta Bu Uyarının Aksinin Gerçekleştiği Tespitini Yapan Rekabet Kurulu, İlgili Teşebbüs Hakkında Soruşturma Açmamıştır.
- İş Gücü Piyasası ve Rekabet Hukuku
- Yerinde İncelemede Elde Edilen Sözleşmeler ile Rekabet Kurumu’na Gönderilen Sözleşmelerin Farklılık Arz Etmesi, İdari Para Cezası Uygulanmasını Gerektirir
- Rekabet Kurulu’nun Ticari Araç Sektörü Kararı Işığında Bilgi Değişiminin Hangi Şartlar Altında Rekabet İhlaline Yol Açabileceğine İlişkin Bir Değerlendirme